Genel

Sabit Zihniyetten Gelişim Zihniyetine: Kurumlarda Dönüşüm Mümkün mü?

Sabit Zihniyetten Gelişim Zihniyetine

İnsanlık tarihi boyunca değişim, varoluşun ve ilerlemenin temel dinamiklerinden biri olmuştur. Bireylerden toplumlara, ekosistemlerden kurumlara kadar her alanda, sürekli bir dönüşüm süreci gözlemlenmektedir. Özellikle günümüzün hızla değişen küresel ortamında, kurumların ayakta kalabilmesi ve rekabet avantajı elde edebilmesi için adaptasyon ve inovasyon kapasitesi hayati bir önem taşımaktadır. Ancak bu adaptasyon süreci, genellikle köklü alışkanlıkların ve yerleşik düşünce kalıplarının direncini kırmakla başlar.

Bu yazmızda, kurumsal çeviklik eğitimleri konusunda uzman Invexen olarak, bireysel bir algı olmaktan öteye geçerek kurumsal bir dönüşümün tetikleyicisi olabilecek “gelişim zihniyeti” kavramını, sabit zihniyetin kurumsal yapı üzerindeki olumsuz etkilerini ve kurumların bu dönüşümü nasıl gerçekleştirebileceğini ayrıntılı bir şekilde ele alacağız

Alışkanlıkların Konforu

İnsan doğası gereği, bilindik ve öngörülebilir olanı tercih etme eğilimindedir. Alışkanlıklar, günlük yaşamın karmaşasında bir düzen ve öngörülebilirlik hissi sunarak bireyler için bir tür psikolojik konfor alanı yaratır. Sabah rutinlerinden iş süreçlerine kadar pek çok alanda alışkanlıklar, davranışları otomatikleştirerek bilişsel yükü azaltır ve karar verme süreçlerini hızlandırır. Bu durum, bireysel verimlilik açısından olumlu sonuçlar doğurabilirken, kurumsal bağlamda değişime direnci beraberinde getirebilir. 

Bir kurumda uzun yıllardır uygulanan bir iş yapış biçimi, verimsiz olsa dahi, değişimin belirsizliği karşısında tercih edilebilir hale gelebilir. Bu durum, kurumların yenilikçi yaklaşımları benimsemesinde ve pazar dinamiklerine uyum sağlamasında ciddi engeller teşkil edebilir. Yerleşik alışkanlıkların ve kurumsal hafızanın gücü, inovasyon çabalarını yavaşlatabilir ve hatta tamamen durdurabilir. Dolayısıyla, bir kurumda dönüşüm başlatmak, sadece süreçleri veya teknolojileri değiştirmekle kalmaz, aynı zamanda çalışanların kökleşmiş davranış kalıplarını ve düşünce biçimlerini de dönüştürmeyi gerektirir.

Sabit Zihniyetin Kurumsal Yansımaları

Stanford Üniversitesi’nden Profesör Carol Dweck‘in öncü çalışmalarıyla tanımlanan sabit zihniyet (fixed mindset), bireylerin yeteneklerini, zekalarını ve kişisel özelliklerini doğuştan gelen, sabit ve değiştirilemez nitelikler olarak algılamasıdır. 

Bu zihniyete sahip bireyler, başarılarını kanıtlama ve başarısızlıktan kaçınma eğilimindedirler çünkü algılanan yeteneklerinin sorgulanmasını istemezler. Bu düşünce yapısı, kurumsal kültüre yansıdığında önemli sonuçlar doğurur:Sabit zihniyetin hüküm sürdüğü bir kurumda, hata yapmak genellikle bir utanç kaynağı veya bir yetersizlik belirtisi olarak görülür. Bu durum, çalışanların risk almaktan kaçınmasına, yeni fikirler üretmekten çekinmesine ve mevcut durumu korumaya odaklanmasına neden olur. Örneğin, bir satış ekibi, sürekli aynı eski stratejilerle ilerliyor ve pazarın değişen taleplerine rağmen yeni yaklaşımları denemekten kaçınıyorsa, bu sabit zihniyetin bir göstergesidir. 

Performans değerlendirme süreçleri, sadece sonuçlara odaklanır ve öğrenme veya gelişme potansiyelini göz ardı eder. Yöneticiler, çalışanların potansiyelini “doğuştan gelen yetenek” çerçevesinde değerlendirir ve gelişim alanlarını yeterince desteklemezler. Bu tür bir ortam, çalışanların motivasyonunu düşürür, öğrenme hevesini azaltır ve kurumun adaptasyon yeteneğini zayıflatır. Sonuç olarak, sabit zihniyet, kurumu durgunluğa ve rekabet avantajı kaybına sürükleyebilir.

Gelişim Zihniyeti Nedir ve Neden Kritik Bir Yetkinliktir?

Gelişim zihniyeti (growth mindset), yeteneklerin, zekanın ve diğer kişisel niteliklerin çaba, öğrenme ve azimle geliştirilebileceğine olan inancı temel alır. Bu zihniyete sahip bireyler, zorlukları birer öğrenme fırsatı olarak görür, hatalardan ders çıkarır ve sürekli gelişim peşinde koşarlar. Kurumsal bağlamda gelişim zihniyeti, günümüzün VUCA (Volatility-Değişkenlik, Uncertainty-Belirsizlik, Complexity-Karmaşıklık, Ambiguity-Belirsizlik) dünyasında kritik bir yetkinlik haline gelmiştir. Bu durumun temelinde yatan çeşitli dinamikler bulunmaktadır. Öncelikle, gelişim zihniyetine sahip kurumlar, pazar koşullarındaki hızlı değişimlere ve belirsizliklere daha kolay adapte olabilir ve çeviklik gösterebilirler.

 Yeni stratejiler geliştirmeye, farklı iş modellerini denemeye ve gerektiğinde yön değiştirmeye daha açıktırlar. İkinci olarak, çalışanların hata yapmaktan korkmadığı ve öğrenmeye açık olduğu bir ortam, yaratıcılığı teşvik eder. Yeni fikirler daha rahat ortaya konulur ve deneysel yaklaşımlara daha fazla alan tanınır; bu da, ürün ve hizmet inovasyonunu hızlandırır. Üçüncü olarak, gelişim zihniyetine sahip bir kurum kültürü, çalışanların kendilerini sürekli geliştirmeleri için bir teşvik sağlar.

 Eğitim ve gelişim programlarına yatırım yapılır, geri bildirim süreçleri yapıcı bir şekilde işler ve çalışanlar potansiyellerini tam olarak gerçekleştirme fırsatı bulurlar. Bu durum, çalışan bağlılığını artırır ve yetenekli bireylerin kurumda kalmasını sağlar. Son olarak, zorluklar ve başarısızlıklar, gelişim zihniyetine sahip bir kurum için öğrenme ve gelişme fırsatlarıdır. Problemlerden kaçmak yerine, onları analiz etme, farklı çözümler deneme ve bu süreçlerden ders çıkarma eğilimi baskındır, bu da problem çözme yeteneğini güçlendirir. Özetle, gelişim zihniyeti, kurumlara sadece rekabet avantajı sağlamakla kalmaz, aynı zamanda sürdürülebilir bir büyüme ve geleceğe yönelik esneklik kazandırır. Bu, sadece bugünü yönetmek değil, aynı zamanda yarını inşa etmek için de vazgeçilmez bir bakış açısıdır

Kurumların Sabit Zihniyete Sıkışmasının Temel Nedenleri

Pek çok kurum, farkında olmadan sabit zihniyetin tuzağına düşebilir. Bu durumun altında yatan çeşitli nedenler bulunmaktadır. En temel nedenlerden biri, üst yönetimin ve liderlerin kendi zihniyetleridir. Eğer liderler, yetenekleri sabit olarak görüyor ve değişime kapalı bir tutum sergiliyorlarsa, bu yaklaşım tüm kuruma yayılır. Liderlerin risk almaktan çekinmesi, yenilikçi fikirleri bastırması veya hataları sert bir şekilde cezalandırması, çalışanların da sabit zihniyeti benimsemesine neden olur. Bir diğer önemli faktör ise performans odaklılık ve hata korkusudur. Sadece nihai sonuçlara odaklanan ve süreci göz ardı eden performans değerlendirme sistemleri, çalışanları hata yapmaktan korkar hale getirir.

 Hata yapmanın kariyerlerine mal olacağı endişesi, çalışanların yeni şeyler denemesini ve risk almasını engeller; bu da öğrenme ve gelişim döngüsünü kırar.Ayrıca, büyük ve köklü kurumlarda sıklıkla görülen hantal bürokratik yapılar, karar alma süreçlerini yavaşlatır ve değişime adaptasyonu zorlaştırır. Prosedürlerin katılığı ve esnek olmama hali, yeni fikirlerin hayata geçirilmesini engeller ve “hep böyle yapıldı” mantığını güçlendirir. Bir kurumun kültürel yapısı ve normları da sabit zihniyetin kök salmasında önemli bir rol oynar. Eğer kurum kültürü, yenilikten ziyade statüyü korumayı, tartışmadan ziyade uyumu, bireysel öğrenmeden ziyade kolektif hafızayı önceliyorsa, sabit zihniyetin gelişimi kaçınılmaz olur. 

Kurumların başarısızlıkları nasıl ele aldığı da zihniyet tipini belirlemede kritik öneme sahiptir. Eğer başarısızlıklar bir öğrenme fırsatı olarak değil de bir felaket olarak algılanıyorsa, çalışanlar bu tür deneyimlerden kaçınma eğiliminde olurlar; bu da deneme yanılma yoluyla öğrenmeyi engeller. Son olarak, çalışanlara kişisel ve mesleki gelişimleri için yetersiz eğitim ve gelişim fırsatları sunulması, onların potansiyellerini tam olarak keşfetmelerini ve yeni beceriler kazanmalarını engeller. Bu durum, mevcut yetkinliklerle yetinme ve “daha iyisini yapamam” inancını pekiştirir. Bu nedenlerin bir veya birkaçının bir araya gelmesi, kurumların sabit zihniyete sıkışmasına ve dolayısıyla inovasyon yeteneklerini kaybetmelerine yol açabilir.

Kurumsal Dönüşüm Mümkün mü?

Yukarıda bahsedilen zorluklara rağmen, kurumsal dönüşüm ve sabit zihniyetten gelişim zihniyetine geçiş kesinlikle mümkündür. Ancak bu, kolay veya hızlı bir süreç değildir; stratejik bir yaklaşım, üst düzey taahhüt ve sabır gerektiren kapsamlı bir kültürel değişim projesidir. Tıpkı bir geminin rotasını değiştirmesi gibi, bir kurumun zihniyetini değiştirmek de zaman alır ve güçlü bir liderlik iradesi gerektirir.Başarılı bir kurumsal dönüşüm, sadece yeni prosedürler veya teknolojiler uygulamakla sınırlı değildir. Asıl dönüşüm, insanların düşünce biçimlerinde ve davranış kalıplarında gerçekleşir. Bu, kurumun değerlerini, normlarını ve günlük etkileşimlerini derinden etkileyen bir süreçtir. Dönüşümün mümkün olduğunu gösteren en güçlü kanıtlar, zorlu sektörlerde bile esneklik ve yenilikçilikle ayakta kalabilen, hatta gelişen kurumların varlığıdır. Bu kurumlar, genellikle gelişim zihniyetini temel bir kurum değeri olarak benimsemişlerdir.

Kurum Kültüründe Davranışların Gücü

Kurum kültürü, bir organizasyonun “nasıl işler yaptığını” ve “nasıl düşündüğünü” belirleyen yazılı olmayan kurallar ve paylaşılan değerler bütünüdür. Bu kültür, büyük ölçüde tekrarlanan davranışlar ve liderlerin sergilediği tutumlar aracılığıyla şekillenir ve pekişir. 

Gelişim zihniyetini kurumsal kültüre entegre etmek için, bu davranışsal dinamikleri anlamak ve stratejik olarak kullanmak esastır.Bir liderin, bir hatadan sonra çalışanını cezalandırmak yerine, o hatayı bir öğrenme fırsatı olarak ele alması, kurum kültüründe çok güçlü bir mesaj taşır. Bu tür bir davranış, diğer çalışanlara risk almanın ve denemenin kabul edilebilir olduğunu gösterir. Benzer şekilde, sürekli geri bildirim verme alışkanlığı, yeni fikirleri teşvik etme, farklı düşüncelere açık olma ve çalışanların gelişimine yatırım yapma gibi davranışlar, zamanla kurumun geneline yayılır ve bir gelişim kültürü oluşturur.

Davranışların gücü, sadece üst yönetimden gelmez; her seviyedeki çalışanın sergilediği davranışlar da kültürü etkiler. Bir ekip üyesinin, bir diğerine zorlandığı bir konuda yardım etmesi, bilgisini paylaşması veya bir hatayı örtbas etmek yerine şeffafça dile getirmesi, kolektif öğrenme ve gelişim zihniyetinin yaygınlaşmasına katkıda bulunur. Dolayısıyla, kurumsal dönüşüm, istenilen davranışların teşvik edilmesi ve desteklenmesi yoluyla gerçekleşir.

A diagram of a circular diagramAI-generated content may be incorrect.



Psikolojik Güvenlik


Gelişim zihniyetine sahip bir kurum kültürü oluşturmanın temel direklerinden biri psikolojik güvenliktir. Harvard Business School profesörü Amy Edmondson tarafından detaylıca incelenen psikolojik güvenlik, bir ekip içinde, bireylerin kendilerini risk alabilecek kadar güvende hissetmelerini ifade eder. Bu, hata yapmaktan, farklı bir fikri dile getirmekten, soru sormaktan veya yardıma ihtiyaç duyduklarını belirtmekten korkmama durumudur. 

Psikolojik güvenliğin olmadığı bir ortamda, çalışanlar potansiyel olarak utanç verici, reddedilme veya cezalandırma riski taşıyan eylemlerden kaçınırlar. Bu durum, özellikle sabit zihniyetin yaygın olduğu kurumlarda görülür; çünkü hata yapmak veya yetersiz görünmek, bireyin kariyeri veya itibarı için ciddi sonuçlar doğurabilir. Ancak psikolojik güvenliğin yüksek olduğu bir ortamda, çalışanlar hataları açıkça konuşabildikleri ve ders çıkarabildikleri için daha fazla öğrenirler. Yeni fikirleri çekinmeden sunup deneyebildikleri için daha fazla inovasyon yaparlar. 

Farklı bakış açıları ve zor sorular rahatça ortaya konulabildiği için daha etkili problem çözme sağlarlar. Kendilerini değerli ve desteklenmiş hissettikleri için de kuruma daha bağlı olurlar. Liderlerin, empati göstererek, açık iletişimi teşvik ederek, hataları öğrenme fırsatları olarak çerçevelendirerek ve farklı görüşlere saygı göstererek psikolojik güvenlik ortamını yaratması kritik öneme sahiptir. Bu, gelişim zihniyetinin yeşermesi için gerekli zemini hazırlar.

Performans Değerlendirmesinde Yeni Bir Perspektif

Geleneksel performans değerlendirme sistemleri genellikle geçmiş sonuçlara odaklanır ve bireylerin mevcut yetkinliklerini bir “anlık görüntü” gibi değerlendirir. Bu yaklaşımlar, özellikle sabit zihniyetin hüküm sürdüğü kurumlarda, çalışanların hata yapmaktan kaçınmasına ve sadece “güvenli” işlere yönelmesine neden olabilir. Gelişim zihniyetini benimsemiş bir kurumda ise performans değerlendirme, geleceğe yönelik bir gelişim aracı olarak yeniden tanımlanır.

Yeni nesil performans değerlendirme yaklaşımları, sürekli geri bildirimi esas almalıdır. Yıllık değerlendirmeler yerine, düzenli ve sürekli geri bildirim döngüleri, çalışanların gelişim alanlarını anında görmelerini ve iyileşmelerini sağlar. 

Bu geri bildirimler, yapıcı ve geleceğe odaklı olmalıdır. Ayrıca, sadece sonuç odaklı hedefler yerine, öğrenme ve gelişim hedefleri de belirlenmelidir. Örneğin, “yeni bir beceri öğrenme” veya “daha önce tecrübe etmediği bir projede yer alma” gibi hedefler teşvik edilmelidir. Değerlendirme süreçlerinde sadece sonuca değil, sonuca ulaşmak için gösterilen çabaya, öğrenme sürecine ve karşılaşılan zorluklarla baş etme şekline de değer verilmelidir. Bu yaklaşım, hata yapmaktan korkmadan deneme cesaretini artırır. Yöneticinin yanı sıra akranlardan, alt çalışanlardan ve hatta dış paydaşlardan gelen geri bildirimleri içeren 360 derece geri bildirim, bireyin kendini daha kapsamlı görmesine ve gelişim alanlarını belirlemesine yardımcı olur. Son olarak, performans değerlendirme sonuçlarına dayanarak, her çalışan için kişiselleştirilmiş gelişim planları oluşturulmalı ve bu planların uygulanması için gerekli kaynaklar (eğitimler, mentorluk, koçluk vb.) sağlanmalıdır. Bu yaklaşımlar, performans değerlendirmeyi bir yargılama aracından çıkarıp, bir öğrenme ve gelişim platformuna dönüştürerek gelişim zihniyetinin kuruma entegrasyonunu destekler.

Kurum İçi Dönüşüm İçin Uygulanabilir Adımlar

A circle with text and a birdAI-generated content may be incorrect.

Sabit zihniyetten gelişim zihniyetine geçiş, sistematik ve çok boyutlu bir yaklaşım gerektirir. Bu dönüşüm, öncelikle liderlikten başlamalıdır. Üst yönetimden başlayarak her kademedeki liderler, kendi zihniyetlerini gözden geçirmeli ve gelişim zihniyetini birer rol model olarak benimsemelidirler. Şeffaflık, hata yapmayı kabul etme ve öğrenmeye açık olma konularında örnek teşkil etmeleri esastır; liderlik eğitimleri ve koçluk programları bu süreçte etkili olabilir. 

İkinci olarak, mevcut kurum kültürünün değerlendirilmesi ve tanımlanması kritik öneme sahiptir. Hangi değerler öne çıkıyor, hatalara nasıl yaklaşılıyor, risk alma ne kadar teşvik ediliyor gibi soruların yanıtları, dönüşüm için yol haritası oluşturmada yol gösterici olacaktır.Üçüncü adım, iletişim ve farkındalık oluşturmadır. Gelişim zihniyetinin ne olduğu, neden önemli olduğu ve kurum için ne anlama geldiği tüm çalışanlara açıkça iletilmelidir. 

Atölye çalışmaları, seminerler ve iç iletişim kampanyaları ile farkındalık artırılabilir. Bu süreçte, çalışanlara, gelişim zihniyetini içselleştirmelerine yardımcı olacak eğitim ve gelişim programları sunulmalıdır. Bu eğitimler, problem çözme, yaratıcılık, geri bildirim verme ve alma, esneklik gibi becerileri geliştirmeye odaklanmalıdır. Ayrıca, kurum içi girişimcilik programları aracılığıyla çalışanların yeni fikirler geliştirmesi ve bunları hayata geçirmesi teşvik edilmelidir. Bu, sadece bireysel gelişimi değil, aynı zamanda kurumsal inovasyon kapasitesini de artırır. Bir diğer önemli adım, performans yönetimi sistemlerinin yeniden tasarımıdır. 

Daha önce de belirtildiği gibi, performans değerlendirme süreçleri sonuç odaklılıktan çıkarılıp, gelişim ve öğrenme odaklı hale getirilmelidir. Hatalar, birer öğrenme fırsatı olarak görülmeli ve yapıcı geri bildirim kültürü yerleştirilmelidir. Aynı zamanda, çalışanların kendilerini güvende hissettikleri, fikirlerini özgürce ifade edebildikleri ve hata yapmaktan korkmadıkları bir psikolojik güvenlik ortamı yaratılmalıdır. Liderler, risk almayı teşvik etmeli, farklı görüşlere açık olmalı ve hataları cezalandırmak yerine analiz etmelidirler. Dönüşüm süreci boyunca elde edilen küçük başarılar ve gelişimler fark edilmeli ve kutlanmalıdır. Bu, motivasyonu artırır ve değişimin mümkün olduğunu gösterir. Gerekirse, yeni girişimler için özel bir yatırım fonu oluşturulması, çalışanların risk alarak yenilikçi projelere girişmesini teşvik edebilir. Son olarak, dönüşüm süreci, tek seferlik bir proje değil, sürekli bir ölçüm ve iyileştirme döngüsüdür. Kültürel göstergeler düzenli olarak ölçülmeli ve elde edilen verilere göre stratejiler ayarlanmalıdır.

Kültür Kiminle Başlar?

Kurumsal kültür, soyut bir kavram gibi görünse de, aslında belirli bireylerin ve grupların davranışları ve inançlarıyla şekillenir. “Kültür kiminle başlar?” sorusunun cevabı nettir: Kültür, liderle başlar. En üst düzey yöneticilerden başlayarak her kademeden lider, kurum kültürünün mimarıdır. Liderlerin değerleri, öncelikleri, risk alma eğilimleri, hata yönetimi yaklaşımları ve çalışanlara karşı tutumları, kurumun genel atmosferini belirler. Eğer bir CEO, şeffaflığı ve açık iletişimi önceliklendiriyorsa, bu değerler zamanla tüm kuruma yayılır. 

Eğer bir departman müdürü, ekibine hata yapma özgürlüğü tanıyor ve öğrenmeyi teşvik ediyorsa, o departman diğerlerine göre daha yenilikçi ve adaptif hale gelir. Liderlerin, sözleri kadar davranışlarıyla da örnek olmaları esastır. Gelişim zihniyetini benimsemeleri, kendi gelişim alanlarını açıkça dile getirmeleri, geri bildirim istemeleri ve değişime kendilerinin de açık olduklarını göstermeleri, takipçileri üzerinde güçlü bir etki yaratır. 

Liderlerin bu “rol model” olma sorumluluğu, kurumsal dönüşümün en güçlü itici gücüdür. Liderler, sadece mevcut operasyonları yönetmekle kalmamalı, aynı zamanda kurumun gelecekteki kültürel yönünü de aktif olarak şekillendirmelidirler. Dolayısıyla, gelişim zihniyetine dayalı bir kurumsal kültür inşa etmenin ilk ve en önemli adımı, liderlik kademesinden başlayan bir zihniyet değişimidir. Bu değişim, tüm kuruma yayılarak sürdürülebilir bir dönüşümün temelini oluşturur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir